
Fransa'yla yapılan Türk iş göçü anlaşmasının 60. yılı dolayısıyla Strazburg Eğitim Ataşeliği bir konferans düzenledi. Türk Dil Kurumu Başkanı sn. Prof. Dr. Osman MERT ile Normandiya Üniversitesi'nden sn. Prof. Dr. Mehmet Ali AKINCI konferansa konuşmacı olarak katıldılar. Basın yayın kuruluşları ve Sivil Toplum Örgütlerinden dinleyicilerin olduğu toplulukta, Strazburg Üniversitesi'nden az sayıda lisans ve yüksek öğrencileri de vardı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları ve tüm şehitler için yapılan bir dakikalık saygı duruşu ve ardından okunan İstiklal Marşıyla program başladı. Eğitim Ataşemizin açılış konuşmasından sonra kürsüye gelen Strazburg Başkonsolos Vekili sn. Fatma SAĞLICAK kısa bir konuşmayla katılımcıları selamladı.
Konukları ve basın yayın mensuplarını selamlayıp tatil gününde böyle bir konferansa vakit ayırıp gelmelerinden dolayı herkese teşekkür eden Eğitim Ataşemiz sn. Prof. Dr. Muammer NURLU konuşmasına Türklerin Avrupa'ya göç öyküsüyle başladı:
"Daha iyi bir hayat kurmak amacıyla, İstanbul Sirkeci Garı'ndan Almanya'ya, ilk işçi göçü trenlerle yola çıktı. Bu göç, zamanla, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine de yayıldı. 1960'lı yıllarda başlayan göç ayrılık, gurbet, vatan özlemi ve acıyı da beraberinde götürüyordu elbette.
1962 yılında, Türk işçilerin ilk kez Almanya'da kutladığı Cumhuriyet Bayramı'nda, bağlama çalarak kendi aralarında eğlenmeleri bütün gurbetçiler arasında ilgiyle karşılanıp benimseniyordu. Düğün ve bayramlarda bir araya gelen Türkler bağlama eşliğinde söyledikleri türkü ve şarkılarla şenleniyor; bu yolla memleket özlemi gideriyorlardı. Acı vatan adını verdikleri Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde geleneklerine, göreneklerine, dillerine ve dinlerine sahip çıkarak kimliklerini korumaya çalışıyorlardı. Bir araya gelince Türkçe konuşuyorlardı. Çünkü Milli Şair Mehmet Emin Yurdakul'un "Türkçe Türkün ebedî vatanıdır. Zira tahtlar yıkılır, taçlar düşer, imparatorluklar dağılabilir; ama dil yaşadıkça milletin de, vatanında varlığını kendi bünyesinde koruyarak sürdürür" öğüdünü yerine getiriyorlardı sanki. Dillerine sahip çıkmazlarsa silinip kaybolacaklarının farkındalardı.
Özlemlerini türkülerle, şarkılarla gidermeye çalışıyorlardı. 1960'lı yıllarda başlayan gurbet türkü ve şarkıları 70'li yıllara da damgasını vurmuştu. Almanya'da işçi yurtlarında kalan bir Türkün bağlamayla başlattığı bu akım, Türkiye'deki şarkıcı ve türkücülerin de bu kervana katılmasıyla Türkçe müzik bir işkolu haline gelmişti. Gurbette ömrüm geçecek, Zeynep'im Almanya'nın yolunu tuttu, Türkiye'ye bir ben dönemiyorum, Bir mektup yazdım da Alamanya'dan, Nasıl oldu, yolum düştü Köln'e, Londra sokakları, Gurbet treni... gibi acı ve elem dolu, sıla özlemiyle kokan türküler yakılıyordu. O zaman Avrupa'nın neresinde yaşarlarsa yaşasın onlara Almancı deniyordu.
1980'lere doğru, bu işçilerin bulundukları ülkelere Türkiye'den turneler bile düzenleniyordu. Türklerin geçici işçi olarak geldikleri Avrupa'da artık kalıcı olacakları anlaşılıyordu.
Uzun bir yokluk ve yoksulluk döneminin bitimiyle, ağır ve aşırı çalışma sonrası refaha eren Türkler Avrupa'yı vatan edinmiş, bir kısmı kendi işini kurup işveren olmuştu. Bu defa da, bazı ülkelerdeki ırkçılık hareketlerinden muzdarip hale gelmişlerdi. Ancak bulundukları yerlerde kurdukları cami ve çeşitli dernekler etrafında toplanarak Avrupa'daki yabancılar içinde en çalışkan, dayanışmacı ve atılgan topluluğu oluşturuyorlardı. Bütün Avrupa'da, hayatın hemen her alanında onlar vardı. Onlar artık Avrupalı Türklerdi."
Fransa ile Türkiye arasında ilişkilerin başladığı tarihi hatırlatan Eğitim Ataşemiz. Sn. Prof. Dr. NURLU, 1965 yılından işçi göçü anlaşmasının yapıldığını vurgulayarak Fransa'daki Türklerin çalıştıkları işkolları ve Fransa'daki toplumsal yaşantılarından söz etti:
"Fransa ile ilişkilerimiz 16. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman zamanında başlamıştır. Bu ilişkiler günümüzde de gelişerek devam etmektedir. 8 Nisan 1965'te imzalanan işgücü anlaşmasıyla Türklerin Avrupa ülkelerine göçünden Fransa da nasibini alır: Göçmen Türk nüfusunun yaklaşık üçte ikisi en az 40-50 yıldır Fransa'da yaşamaktadır. İkinci ve üçüncü kuşağın hemen tamamı Fransa doğumludur. Kalabalık ailelerden meydana gelen Türk toplumunun %50'yi aşkını 25 yaşından, %40'a yakını ise 16 yaşından küçüklerden oluşmuş, genç ve hareketli bir yapı sergilemektedir.
Hem Fransız istatistiklerinde yurttaşların kökenlerinin belirtilmesinin yasak olması, hem de Türklerin bu kazanımlarını konsolosluklara bildirMEmeleri nedeniyle Fransa yurttaşlığına geçenlerin sayısıyla ilgili elimizde bir veri yok. Ancak bugün, Fransa'da yaşayan Türklerin 850 bin ile 1 milyon dolayında olduğu; bunlardan 10 bininin de Fransa'dan yurttaşlık aldığı tahmin edilmektedir.
Türklerin uğraş alanlarına gelince, %46'sının hizmet, %39'unun inşaat, %13'ünün sanayi ve %2'sinin de tarım ve hayvancılık iş kollarında çalıştığı biliniyor. Fransa'daki insanımızın yüzde 30'undan fazlası kendi hesabına çalışmaktadır.
Genel işsizlik oranının yüzde 7,2 olduğu Fransa'da, yabancılar arasındaki işsizlik oranı bunun iki katı, Türk toplumu arasındaki işsizlik oranı ise yüzde 11,8 dolayındadır. Ama her şeye rağmen Fransa'daki Türk toplumunun çok canlı, diri ve örgütlü bir yapısı vardır. Bu ülkede, yurttaşlarımız kurdukları dinî ve kültürel dernekler etrafında toplanarak varlıklarını sürdürmektedir. Önde gelen çatı kuruluşları olarak Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB), Fransa Milli Görüş Teşkilatı, Fransa Türk Federasyonu, Alevi Dernekleri Federasyonu, Batı Fransa Türk Dernekleri Birliği, Orta Fransa Türk Dernekleri Birliği, Normandiya Bölgesi Türk Dernekleri Birliği, Uluslararası Demokratlar Birliği gibi kuruluşları sayabiliriz.
Türklerin maalesef Fransa'daki siyasete pek ilgi duymadıklarını görülüyor. 2020'de yapılan yerel seçimde Lyon, Marsilya, Paris ve Strazburg bölgelerinde, sadece 148 Türk belediye meclislerine girebilmiştir. Ama Fransa Meclisinde henüz Türk kökenli milletvekili ve senatör bulunmamaktadır."
Eğitim Ataşemiz, Fransa'da Türkçenin öğretim tarihine kısaca değinerek günümüzde Türkçenin Fransa'da nasıl öğretildiğini de açıkladı:
"Fransa'da Türk dilinin öğretimi, ilk defa, Fransız devlet adamı Colbert tarafından başlatılır. Tercüman olarak yetiştirilmek amacıyla, Osmanlı tebâsı arasından toplanan 9 yaşındaki Ermeni, Rum, Süryani... çocukları İstanbul'a getirilerek Beyoğlu'ndaki manastırda eğitiliyorlardı. Burası Dil Oğlanları Okulu adıyla biliniyordu. Bu çocuklara Türkçelerini geliştirmeleri için verilen derslerin yanında diplomatlık mesleği de öğretilirdi. Hem tercümanlık yapan, hem de Türk-Fransız ilişkilerini yürüten bu kişilere dil oğlanları denirdi. Bu kişiler Türkçe günlük konuşma dilini, Klasik Osmanlıcayı, Arapçayı, klasik Yunanca ve Latinceyi de iyi bilirlerdi. Bunlar aynı zamanda, XIV. Louis zamanında, Fransa elçisinin desteğinde misyonerlik faaliyetlerini yürüten Cizvit ve Fransizken din adamlarıydı. Bu tercümanlar Fransa kralının Türkiye'deki bakanı konumunda idiler. İstanbul'da yaşıyorlardı.
İlk tercümanlar 1669 yılında kraliyetin işlerini yürütmek amacıyla İstanbul'a gönderilirler. Türkiye'de bulundukları sırada genel ve dinî eğitim alan bu gençler Türk kültürünü iyice öğreniyorlardı. 20 yıllık bu eğitim-öğretim sonunda Fransa'ya götürülerek Cizvit Okulu'nda Fransız tarzı bir eğitimden geçirildikten sonra tekrar İstanbul'a dönüp tercüman-diplomat olarak çalışırlardı. 1721 yılından itibaren bu mesleği yürütecek kişiler Fransa yurttaşları arasından seçilmeye başlandı.
1789 Fransız Devrimi ile ortadan kaldırılan Dil Oğlanları Okulunun yerine, yaşayan doğu dillerini öğretmenin ticarî ve siyasî açıdan yararlı olacağı savıyla, 1795'te yeni bir okul açıldı: Milli Kütüphane Doğu Dilleri Özel Okulu. Bu okul daha sonra 1820 yılında Büyük Louis Kraliyet Okulu adıyla yeniden eğitim ve öğretimdeki yerini aldı. Bu okulla Fransız şarkîyatçılığının temeli de atılmış oldu. Bu okul, Doğu Dilleri ve Kültürleri Enstitüsü (INALCO) adıyla, bugün varlığını sürdürmektedir.
Günümüzde, Fransa'da Türk dilinin eğitim ve öğretimi üç biçimde gerçekleşmektedir:
1. Uluslararası Yabancı Dillerin Öğretimi adıyla 2021'de yapılan anlaşmayla Türkiye Devleti tarafından gönderilen öğretmenlerin verdiği, ilkokulların 2. sınıfından 5. sınıfına kadar öğrencilerin seçebilecekleri sistem dışı bir ders. Yani ilkokullarda dersler bittikten sonra saat 16:30'da başlayıp 18:00'de biten A1 düzeyindeki (başlangıç) Türkçe dersi. Öğrencinin sınıf geçmesinde herhangi bir etkisi yok. Günün yorgunluğu üzerine bu dersleri seçmenin öğrencilerin pek de ilgisini çekmediği görülmektedir.
Bu dersler daha önce 1978 yılında, Türkçe ve Türk Kültürü adıyla, yine sistem dışında, ama düzey sınırlaması olmadan ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin yanı sıra meslek lisesinde okuyanların da seçtiği 3 saatlik bir dersti. Yeni yapılan anlaşmayla 45 yıllık bir kazanımdan olunmuştur. Meslek Lisesi
Fransızlarda azınlık korkusu egemen olduğundan Türkçe, Arapça, İtalyanca, portekizce... gibi göçmen kitlelerin devletleri tarafından verilen bu derslere Fransa'nın pek sıcak bakmadığı, bu dersi seçen öğrencileri olabildiğince sistem dışında tutmaya çalıştığı görülmektedir. Kaldı ki, ülke nüfusunun üçte ikisini oluşturan yerli halklardan Oksitanların, Bretonların, Korsikalıların, Alzaslıların ve Basklıların bile dilini öğretmemek için Fransa her yolu denemektedir. Hatta bu ülkede, azınlıklar hakkında her türlü araştırma ve istatistik yapmak da yasaktır. Zira Fransızlar kendi ülkelerinde azınlıktadır. Bundan olsa gerek; Avrupa'da azınlıkları tanımayan tek demokratik (!) ülke Fransa Devleti'dir.
Fransa'da okutulan "yaşayan diller" arasından, ortaokul ve lise öğrencileri de Türkçeyi seçilebilir. Ortaokul 3. sınıftan itibaren lise öğrencileri Türkçeyi ikinci veya üçüncü yabancı dil olarak seçebilirler. Bu uygulama 1997'de başladı. Ancak, dersin açılması için Fransız Millî Eğitim Bakanlığı'nın öğretmen görevlendirmesi ve en az 15 öğrencinin Türkçeyi seçmesi gerekmektedir. Şimdiye kadar bu sayıya varılamadığından fiilen ortaokullarda bu ders başlatılamamıştır. Zira öğrenci ve veliler maalesef genelde çocuklarının İngilizce, Almanca veya İspanyolca almalarını tercih etmektedir. Türkçenin yabancı dil olarak seçilebileceği öngörülen ortaokul ve liseler şu şekilde verilmiştir:
Şehirler |
Ortaokullar/Liseler |
Paris |
Racine Lisesi |
Strasbourg |
Kleber, Pasteur, J. Monnet , J. Geiler, LEGT Haguenau Robert Schuman liseleri |
Bischwiller |
A. Maurois Lisesi |
Nancy |
Henri Poincaré Lisesi |
Metz |
Louis Vincent Lisesi |
Grenoble |
E. Mounier Lisesi |
Rennes |
Brequigny Lisesi, Louis Guilloux Meslek Lise. Les Chalais Ortaokulu |
Savoie Bölgesi |
Saint Laurent d'Albon Lisesi |
Bordeaux |
Okul belirtilmemiş. |
Orléans |
Okul belirtilmemiş. |
Lyon |
Okul belirtilmemiş. |
Tours |
Okul belirtilmemiş. |
2. Fransız yükseköğretim kurumlarında, devletin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Paris'te, Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Enstitüsü bünyesinde Avrasya Bölümü'ndeki Türklük Araştırmaları Birimi veya bazı üniversitelerin Türk Dili ve Tarihi alanında uzman yetiştirmek için kurdukları bölümler vardır. Örneğin, Aix-en-Provence ve Strasbourg üniversitelerindeki Türklük Araştırmaları bölümlerinde veya birimlerinde Türk dilinin yanı sıra tarih ve edebiyat dersleri verilmektedir. Ayrıca, Montpellier ve Lyon üniversitelerinde de Türkçe dersleri alınabilmektedir. Türk Dili ve Edebiyatı veya daha geniş kapsamıyla Türklük Araştırmaları adıyla lisans, yüksek lisans ve doktora öğretimi yapan enstitü veya üniversiteler ve verdikleri diplomalar aşağıdaki tabloda gösterilmiştir."
Yükseköğretim Kurumları |
Bölümler |
1. Paris Doğu Dilleri ve Uygarlıkları Enstitüsü |
Avrasya Bölümü Türklük Araştırmaları Diploması |
2. Strasbourg Üniversitesi |
Yaşayan Diller Bölümü Türklük Araştırmaları. Diploması |
3. Lyon Üniversitesi |
Türk Dili Bölümü Yabancı Dil Diploması |
4. Aix –en- Provence Üniversitesi |
Yaşayan Diller Bölümü Yükseköğrenim Diploması |
Fransa'daki Türklerin yaşantısı, çalıştığı işkolları toplumdaki yeri ve Türkçenin öğretimi konularını basit ve anlaşılır bir dille anlatan Eğitim Ataşemiz sn. Prof. Dr. NURLU, Fransa'nın toplum yapısı ve Devletin diller ve ülkesinde yaşayanlara bakış açısını da özetleyerek konuşmasını şöyle sonlandırdı:
"Fransa yurttaşlık yasasına göre, vatandaşlığa geçmek bütünleşmenin bir aracı olarak görülmüştür. Bütünleşmenin ikinci önemli yolu ise eğitimdir. Okul sistemi ve eğitim, kültür farklılıklarını ortadan kaldıracak ve toplumu türdeş kılacak bir kurum olarak tanımlanmıştır. Fransız bütünleşme politikası, topluluk haklarını tanımak anlamına gelen tüm kavram ve ilkelerden kaçınmak üzere tasarlanmıştır. Bu noktada, azınlık kavramından ve azınlık örgütlerinin temsilî kurumlar olarak tanınmasından her zaman kaçınılmıştır. Anadil eğitimi ve göçmen örgütlerin kültür etkinliklerinin desteklenmesi geçici bir iş olarak görülmüş; zamanla, hızla gerçekleşen değişimin farklılıkları sileceği varsayılmıştır.
Bu söylediklerimizi bir örnekle şöyle somutlaştıralım: Fransız siyasetçi Marine Le Pen'in gözünde bütünleşme; köklerinizi, aslınızı, kişiliklerinizi ve sizi var eden bütün değerleri unutup yerel toplumun silik taklitçileri olmanız anlamına gelir. [Örneğin]; ya Cezayirli olmalı ya da Fransız; ama her ikisi de aynı anda olamaz. Müslümanlara yapılan hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın çoğu kez diğer ayrımcılık biçimleriyle birleştirildiğini ve göçmenlere karşı kinin, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin ikiye katlanabileceği unutulmamalıdır" . (Satı Arık vd.). Her yıl ısıtıp ısıtıp önümüze koydukları, iftiralarla süslenmiş ve hukuki hiçbir değer taşımayan Ermeni soykırımı safsatasıyla Türkleri nasıl gördüklerini de gözden kaçırmamak gerek. Bu yalanları ortaokul ve lise Tarih-Coğrafya derslerinde işlediklerini de. Bu konuda, komünisler hariç hemen bütün siyasetçilerin söylemde değil, ama uygulamada Marine Le Pen'i aratmadığını belirtmekle yetinelim.
İki binli yıllarda Fransa'daki göçmen politikası, bütünleşmeden daha ileriye giden ve daha çok uyum olarak nitelenen yeni bir yönteme kavuşmuştur. Burada yeni gelen göçmenlere "bütünleşme sözleşmeleri" yoluyla yoğun Fransızca dil kursları verilerek eğitime yönlendirilirken, yerleşik göçmen ve azınlıkların da Fransa'daki ortak değer ve biçimlere uymalarının gerekliliği vurgulanmıştır. Dolayısıyla Fransa, başından beri; Hollanda ise izlediği aşamalı benzeştirme/eritme politikasıyla çok kültürlülüğe ve çok kültürcülüğe kapalı olduklarını göstermişlerdir. Bu iki ülkede de "tek dil" ve hatta "tek kültür", farklı kökenlere ve kültürlere sahip olan azınlık ve göçmen topluluklarına kabul ettirilmek istenmektedir. Söz konusu ülkelerin demokratik çoğulcu değerler, açıklık ve hoşgörü konusundaki söylemlerinin içinin boş olduğunu ve savundukları Avrupa değerleriyle çeliştiklerini açıkça ifade edebiliriz. (Kadir Canatan).
Başka bir deyişle, "Batı Avrupa'da resmî olarak eritme politikası uygulayan tek ülke Fransa'dır. Bütüncül devlet yapısı ve ilkesi doğrultusunda Fransa siyaseti, Fransızca konuşan yasal oturma iznine sahip her bireyi bir yurttaş olarak görme eğilimindedir. Bunu yaparken de farklı kökenden gelen her bireyin Fransız dilini ve değer yargılarını kabul ederek Fransız toplumuyla bütünleşmesini öngörmektedir."(Kutlay Yağmur).
Fransa Anayasanın 2. maddesine göre Fransızca ülkenin tek resmî dildir. Oysa Fransa'da Oksitan, Bröton, Bask, Korsikalı, Alzaslı gibi azınlık halkların yaşadığı; bu halkların bölgelerinde anadillerini konuştukları bilinmektedir. Yakın zamana kadar Fransa bu dillerin eğitim sisteminde şu veya bu şekilde kullanımını kabul etmiyordu. Ancak şimdi, her ne kadar öğretmeni bulunmasa da, göstermelik olarak, bazı liselerde Fransa nüfusunun yarısından fazlasını meydana getiren azınlıklardan Oksitan, Breton, Alzaslı, Bask ve Korsikalıların dilleri seçmeli bölgesel dil olarak müfredata konulmuştur. Ancak yeterli öğretmen alımı yapılmadığından bu halkların dillerinin programda bulunmasının bir anlam taşımadığı anlaşılmaktadır.
Kendi ülkesindeki yerli halkların dilini bile öğretmemek için çeşitli siyasi oyunlar ve engeller çıkaran Fransa'nın göçmenlerin dillerinin öğretiminde kolaylık sağlamasını beklemek biraz safdillik olacaktır. Öyleyse göçmenlerin, özellikle Türklerin bilinçli olmaları, evlerinde ve kendi aralarında Türkçe konuşmaları, Türkçe kitap okumaları, çocuklarının Türk televizyonlarındaki çocuk programlarını seyretmeleri kimliklerini korumada önemli bir etken olacaktır.
Bu duygularla selam ve saygılarımı sunuyorum. Hoşça kalın, Türkçeyle kalın..."
Ataşemizin açış konuşmasının ardından Türk Dil Kurumu Başkanı sn. Prof. Dr. Osman MERT katılımcılara hitap etti.Prof. Dr. MERT konuşmasında, Türkçeyi ana dili olarak konuşan ve özellikle Türkiye dışında yaşayan vatandaşlarımız için "dil-kimlik ve dil-kültür" ilişkisindeki farkındalık düzeyini artıracak etkili politikaların öneminden söz etti. Türk Dil Kurumunun da bu yöndeki sorumluluklarını yerine getirmeye hazır ve kararlı olduğunu aktaran MERT, toplumsal bütünlüğün ve kültürel sürekliliğin sağlanmasında "dil ve kültür"ün temel unsurlar olduğunu vurguladı.
Daha sonra kürsüye gelen Rouen Normandiya Üniversitesi'nden sn. Prof. Dr. Mehmet Ali AKINCI Göçün 60. yılında Fransa'da Türkçe ve Türkler hakkında ayrıntılı bir sunum eşliğindebazı tespitlerde bulundu, bilgiler verdi:
"Fransa tarihinde, İkinci Dünya Savaşı sonrası 30 yıla (1945-1975) "Şanlı otuzlu yıllar" adı verilmiştir. Bu durumda savaştan çıkan Fransa'nın büyük kapsamda işçi gücüne ihtiyacı vardır ve özellikle sörmürgesi olan Cezayir ve koruyucu statüsündeki Tunus ve Fas dışında, İtalyanlar, İspanyollar ve Portekizler Fransa'ya göç etmeye başlamıştır. O yıllarda, Türkiye'de artan doğurganlık oranı ve neticesinde yükselen işsizlik oranı kaçınılmaz olarak yaşam koşullarını istikrarsız ve zor hale getirmiştir.
Bu, o kadar büyük bir hareketlilik ki, 1970 yılında göçmen sayısı neredeyse bir milyon işçiye ulaşmış ve 1.625.000 kişi daha gitmek için bekleme listelerine kaydolmuştur. Türkiye, 1972'de sanayileşmiş Avrupa'ya iş gücü ihraç eden ülkeler arasında birinci sıraya yükselmişken, 1966'da son sırada yer almaktadır. Böylece, insan kaynağının bol olduğu Türkiye, birçok Batı Avrupa ülkeleriyle iş gücü gönderimi anlaşmaları imzalar. Fransa ile Türkiye arasında ilk resmî anlaşma 8 Nisan 1965'te yapılır. Bu anlaşmaya rağmen Fransa'ya gerçek Türk isçi göçü 1970 yıllarının başlarında başlar ve 1980 yıllarına kadar devam eder (birçok işçi 1981 oturum ve çalışma izni alma yasasından faydalanmıştır). Türklerin sayısının hızlı bir şekilde yükselmesinde sadece işçi göçü değil, aynı zamanda Türklerin aile birleşimi politikasından çok erken yararlanarak Türkiye'de kalan eş ve çocuklarını da yanlarına almaları etkili olmuştur. Aile birleşimindeki bu durum, Fransa 1982 nüfus sayımında açıkça ortaya çıkmaktadır: Kadınların ve 14 yaşından küçüklerin sayılarında çok büyük bir artış gözlemlenmektedir.
Aile birleşimi kapsamında belirli yaşlarda Fransa'ya gelen çocukların eğitim sorunlarına çözüm bulmak Fransız hükümeti için acil bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu durum karşısında, başlangıçta göçmen çocuklarının Fransız okuluna uyumunu sağlamak ve ülkelerine geri döndüklerinde kendilerini yabancı hissetmemeleri için 1970'li yıllarda Türkçe "Ana Dili ve Kültürü Dersleri (ELCO) dersleri başlatılmıştır. Hatta bu derslerin çoğu kez göçmenlerin geldikleri ülkeler tarafından da başlatılması talep edilmiştir. Böylece Fransa'da tarihi sıralamaya göre, 1973'te Portekiz, 1974'te İtalya ve Tunus, 1975'te Fas ve İspanya, 1977'de Yugoslavya, 1978'de Türkiye ve son olarak da 1981'de Cezayir ile karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde Fransız ilkokullarında, yukarıda adı geçen ülkeler tarafından gönderilen öğretmenler aracılığıyla göçmen çocuklarına yönelik ana dili eğitimleri başlatılmıştır. Kısa sürede yoğun taleple karşılaşılınca ve çocuğun ana dili eğitimini devam ettirebilmesi için, Türkçe dersleri 1983 yılında ortaokullarda ve meslek liselerinde de verilmeye başlanmıştır.
Bu yılların sonunda, Ana Dili ve Kültürü Dersleri (ELCO) oluşturulmasının amacı, göçmen çocuklarının "ülkelerine dönüş" olasılığı göz önünde bulundurularak, köken ülkelerinde kolay bir şekilde yeniden entegrasyon sağlamalarına yardımcı olmaktı. Zira ev sahibi ülkeler, ekonomik büyümenin yavaşlamasının etkilerini hissetmeye başlamıştı. Ayrıca bu uygulama, 25 Temmuz 1977 tarihli Avrupa Birliği Konseyi'nin, göçmen işçi çocuklarının eğitimine ilişkin ortaya koyduğu görüşle de örtüşüyordu. Ancak zamanla, ELCO sisteminde önemli aksaklıklar ve sapmalar yaşanmış, "ülkeye dönüş" düşüncesi, ilgili nüfuslar için geçerliliğini yitirmiştir.
Fransa'da yaşanan 2015 terör olayları sonucunda o dönemin Millî Eğitim Bakanı Najat Vallaud Belkacem Mayıs 2016'da takındığı bir tavırla Ana Dili ve Kültürü Derslerinin ad ve içeriğini değiştirme kararı alır. Fakat bu karar her ne kadar tartışılsa da uygulaması askıda kalıyor. Şu anki Cumhurbaşkanı Emmanuelle Macron, 18 Şubat 2020 tarihli bir demecinde bu derslerin adının 2020-2021 eğitim-öğretim yılının başlangıcından itibaren Uluslararası Yabancı Diller Öğretimi (EILE) olarak değiştirileceğini haber verir. Görev yapacak öğretmenlerin yine Büyükelçilikler tarafından sağlanacağını ancak Fransa Millî Eğitim Bakanlığı tarafından teftiş edileceğini ve bu dersleri artık köken gözetmeksizin tüm öğrencilere açık, yabancı dil öğretimine dönüştürüldüklerini duyurur. Bu duyuruda ayrıca, bu dersler için gelen öğretmenlerin en az B2 seviyesinde Fransızca bilme şartının da konulduğunu belirtir. İzlediği politikayla, Fransa hükümeti, bu derslerin daha verimli bir hâle dönüştürülmesi için çözüm arayanmış gibi gösterilip, asıl hedefinin bu derslerin ya kaldırılması ya da gönderilen öğretmelerin yerine Fransa'da yetişmiş iki dilli gençleri eğitip öğretmen atama hayalidir. Şimdilik Fransa ile Türkiye arasında öğretmenler konusunda uzlaşıya ulaşılmış olsa da, gelecek yılların neyi göstereceğini şu an öngörmek kolay değil.
Velhasıl, Fransa'da, 2020-2021 eğitim-öğretim yılından itibaren, tabiyet veya kökenden bağımsız olarak tüm ilkokul öğrencilerine, Ana Dili ve Kültürü Dersleri (ELCO) yerine Uluslararası Yabancı Diller Öğretimi (EILE) dersleri verilmeye başlanmıştır. Bu sistem nispeten yeni bir uygulama olduğundan, konuya dair derinlemesine pek az çalışma bulunmaktadır, Bu da bu çalışmadaki keşifsel yaklaşımımızı cesaretlendirmektedir."
Konuşmalar bittikten sonra dinleyicilerden gelen sorular konuşmacılar tarafından yanıtlandı. Katılımcılardan ele alınan konuya ilişkin görüşlerini açıklayanlar oldu. Güncel ve günlük yaşantıyı da ilgilendirmesi açısından oldukça isabetli bir konunun seçilmiş olması konuşmacı ve dinleyiciler arasında mükemmel bir iletişimin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu da, konferansın ne kadar beklendik ve başarılı olduğunu gösteriyordu.
Başkonsolos Vekili sn. Fatma SAĞLICAK ve Eğitim Ataşemiz sn. Prof. Dr. Muammer NURLU konuşmacılara teşekkür belgelerini verdiler. Daha sonra çay ve kahve ikramının başladığı salonda davetlilerle sohbetler devam etti. Saat 15:30'da başlayan konferansımız 19:00'da sona erdi. Katılımcılarla başka bir etkinlikte buluşmak üzere vedalaştık. Toplantının bu kadar başarılı geçmesinde elbette koordinatör öğretmenimiz ve diğer öğretmenlerimizin de emeği vardır. Emeği geçen herkese teşekkür ederiz...
İzlemek için :
https://www.instagram.com/reel/DKbuyOqt0kK/?utm_source=ig_web_copy_link
@tcmeb @mebabdigm @egitimdiplomasisi@tcbestepe @tmaarifvakfi @emrullahislerankara @gazi_universitesi @projepiktes @yeeorgtr @yyegm_meb